TICE – Turkish Integrity Center of Excellence

Rekabet ihlali riski taşıyan bazı iş yapma şekilleri, bazen yalnızca kurumsal kültür bu yönde alıştığı için, işin doğru yapılma metodu olarak kabul edilir. Hatta bazen şirketin, davranışının hukuka aykırı olduğunu, şirkete karşı kanuni yollara başvurulduğunda fark ettiği haller de olabilir. Ancak gerçekleştirilmesi için kanuna aykırı olduğunun bilinmesi gereken diğer davranışlar için hiçbir bahane sunulamaz. İşte bu nokta, tam olarak rekabet hukuku ve etiğin kesiştiği yerdir. Rekabet hukuku uzmanı, Dr. M. Fevzi Toksoy, Inmagazine’in ikinci sayısı için yazdı…
Dr. M. Fevzi TOKSOY

Bu yazının amacı, bir yandan rekabet hukukunun temel prensiplerini sunarken, diğer yandan onun uyum ve etik ile olan ilişkisine dikkat çekmek. Bunu da özellikle kurumsal şirketlerin yöneticilerine yönelik bir bakış açısıyla sunmak istiyorum. Zira, yöneticilere yol gösterici nitelikte rekabet hukukunun etik kavramı ile bağlantısını kuran çok fazla yazın bulunmamakta. Şirket yöneticileri rekabet hukuku konusunda gittikçe daha bilinçli bir hale gelseler de; bu farkındalığın daha çok konunun kariyer bakımından bir tehdit unsuru olarak görülmesi sebebiyle geliştiğini düşünüyorum. Amacım, bu kaygıları biraz daha rasyonel temellere oturtabilmek.

Kurumsal uyum kurallarının diğer öğeleri elbette ki rekabet hukukundan daha az önemli değildir, ancak rekabet kurallarının ihlal edilmesi durumunda ortaya çıkan sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda rekabet uyumunun öneminin diğerlerine göre daha öne çıktığı görülebilir. Şirketleri rekabet hukuku ihlallerinden alıkoymak amacıyla öngörülen yaptırımlar her geçen gün daha da ağırlaştırılıyor. Özellikle ortada bir kartelin olması halinde; kartele taraf olan şirketlere yüzlerce milyon dolara ulaşan para cezaları verilebiliyor ve dahası; kartele taraf olan şirketlerin itibarı, belki de hiç onarılamayacak şekilde zarar görebiliyor. Böylesine ağır cezaların düzenlenmesinin temel nedeni, aslında oldukça basit: Rekabet hukuku kapsamındaki suçların tespit edilebilirliği çok zor olduğundan, kanun koyucu, öngörülen ağır cezalarla şirketleri ve yöneticileri daha en başında ve en etkili olacak şekilde rekabet ihlalinden caydırma amacı güdüyor.

SİNSİ DÜŞMAN: KARTELLER

Burada ilk olarak rekabet hukukunun neleri yasakladığını hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, ekonomik aktiviteler bütün rakip şirketler arasında rekabet çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Her türlü ekonomik aktivitede daha iyi ürün ve hizmetin daha ucuz fiyatlara tüketiciye sunulması rekabet sürecinin ideal sonucu olarak görülmektedir. Ancak maalesef bu süreç piyasa ekonomisinde faaliyet gösteren her şirket için temel hedef olan kârlılığının maksimizasyonunu ya da pazarda devamlılığı garanti etmiyor. Kârlılığın maksimizasyonu ve pazarda devamlılık; teşebbüsler için öyle cazip hedeflerdir ki, aşırı kârlılığa ulaşmak ya da en azından rekabet oyununda yerlerini garantilemek için teşebbüsler bazen rekabetten kaçınıp, rekabeti kısıtlayıcı davranışlarda bulunmayı kendileri için mantıklı hale getirebilirler. Bu cazibeye yenik düşmemeleri için, iki ana kural dünya çapında tüm rekabet hukuklarında kabul edilmiştir: Rakiplerin ile uzlaşma yapmayacaksın ve pazardaki gücünü rekabeti ortadan kaldırmak için kötüye kullanmayacaksın. Sorun şu ki, bu iki kuralın ihlali o kadar değişik şekillerde mümkün ki, bunların hepsini de aynı kefeye koyup çete suçu gibi muamele etmek mümkün değil. Rekabet ihlallerini bir gösterge üzerinde, bir uçta uzlaşma ile ilgili rekabeti kısıtlayıcı davranışlar; diğer uçta ise pazar gücü ile ilgili rekabeti kısıtlayıcı davranışlar olarak sıralayabiliriz. Bu göstergede şirketler arası uzlaşmalar en etik olmayan noktada yer alacaktır. Bu tür davranışar genel olarak “kartel” olarak tanımlanmaktadır ve karteller gerçekten de mükemmel bir çete suçu olarak değerlendirilebilir.

Karteller, tüketicilerin serbest piyasalarda rekabet olsaydı elde edecekleri adil payı gasp etmek amacıyla oluşturulur. Varsayalım ki, dondurma üreticileri çok satan bir dondurma çeşidi için rekabetçi pazar koşullarında oluşmuş olan satış fiyatının üzerinde bir fiyat belirlemiş olsunlar. Bu ihtimalde söz konusu şirketler, ürünlerini geliştirme veya yeni ürünler üretme konusunda rekabet etmeyi bırakıp; aynı ürünleri çok daha yüksek fiyatlarla satacaklardır.

Söz konusu kartelin devam ettirilebilir bir kartel olduğunu, kartel üyelerinin kartele ihanet etmediklerini ve alınan kararlara uyduklarını da varsayımımıza ekleyelim. Bu kartel anlaşması sürdükçe üreticiler kazançlarını içselleştirmeye devam edeceklerdir. Bunun yanı sıra, pazarda şartları iyileştirmek için üreticileri iten güç olan rekabet ortadan kalktığı için tüketiciler ürünlere değerinden daha yüksek fiyatlar ödeyecek ve dahası daha gelişmiş ve yeni ürünlerden; örneğin düşük kalorili organik dondurmadan yoksun kalacaklardır. Bu senaryo, elbette konunun basite indirgenmiş halidir.

Benzer varsayımı hammadde pazarına uygulayalım. Dondurma üreticilerine süt tozu tedarikinde bulunan teşebbüslerin benzer şekilde fiyat belirlemesine gittiklerini farz edelim. Kendi aralarında yüksek bir rekabet içinde olduklarını varsaydığımız alıcılar, yani dondurma üreticileri yüksek kartel fiyatlarını içselleştirerek dondurma fiyatlarına yansıtmamakta ve kartelin gerçek kurbanı olmaktadırlar. Başka bir olasılık da, hammadde satıcılarının içinde bulunduğu uzlaşmadan haberi olmayan dondurmacıların, kendi aralarındaki rekabet mümkün kıldığı sürece, yükselen maliyetleri nihai ürün fiyatlarına yansıtmasıdır. Bu durumda yükü taşıyacak olan ise tüketiciler olacaktır.

Purdue Üniversitesi öğretim görevlilerinden Profesör John Connor’un bir çalışmasında(1) gösterdiği üzere kartele tabi olan ürünlerin toplam satış geliri dünya genelinde yaklaşık 16 trilyon dolardır. Bu, çok çok yüksek bir rakam. Ayrıca bu rakam, tüketici olarak bizlerin daha yenilikçi ürünlerden de yoksun kaldığımızı yansıtan önemli bir gösterge. Söz konusu ürünlerin aynı zamanda kimilerinin üreticisi, kimilerinin de tüketicisi olduğumuz göz önünde bulundurulduğunda potansiyel şimdiki zamanda yaşamadığımızı görüyoruz. Bu durum, geriye gidişten başka bir seçeneğimizin olmadığı ekonomik bir zamanda yolculuktur aslında. Yukarıda açıklananlar, kartellere karşı verilen savaşta neden çok ağır ceza verme politikalarının uygulandığının arkasındaki mantığı da ortaya koyuyor, çünkü hiçbir idari ya da yargısal organının elinde dünyadaki bütün kartelleri tespit etme imkanı yoktur. Bu durum, aynı zamanda başka bir rekabet çeşidini de göstermektedir. Söz konusu rekabet, kurumlar arasında, “kartellere karşı daha verimli nasıl savaşırım”ın yarışıdır. Bir yandan kartellerle mücadele için yenilikçi yöntemler ardı ardına ortaya konarken, diğer yandan da şirketlerin kartel üyesi olmasını engellemek için yeni caydırma politikaları yürürlüğe konmaktadır.

Pazardaki rekabet ortamına karşı ciddi tehdit oluşturan çok daha farklı ihlal tipleri de şüphesiz bulunmaktadır. Pazar gücü sınıflandırması altında yer alan bu tip davranışlar pazarın kapanmasına sebep olabilir. Hakim durumdaki şirketlerin bulunduğu pazarlarda hakim durumda olan oyuncu genellikle pazardaki gücünü örneğin; tek satış, yıkıcı fiyat ve fahiş fiyatlandırma yoluyla daha da güçlendirebilir. Şirketler bu tip davranışları bağımsız (tek taraflı) olarak gerçekleştirirler ve bunları kapitalist sistemdeki temel içgüdü olan pazarda tek oyuncu olarak kalmak amacını gerçekleştirmek için kaldıraç olarak kullanırlar. Benim etik skalama göre hakim durumun kötüye kullanılması, kartellerden çok daha az provoke edicidir; ancak bu, hakim durumun kötüye kullanılmasının pazarı en az karteller kadar etkilemeyeceği anlamına gelmez.

MÜEYYİDE SİSTEMİ

İlk olarak rekabet hukukundaki müeyyidelerin nasıl düzenlendiğine bakalım. En yaygın yöntem, şirketlere uygulanan para cezalarıdır. Birçok ülkenin rekabet mevzuatı şirketin tüm cirosunun %10’una kadar para cezaları öngörmektedir. Ayrıca kişisel olarak uygulanan para cezaları, meslekten men ve en ağırı olan hapis cezaları da (bazı sistemlerde) rekabet ihlallerinin getirdiği ağır yaptırımlar arasında.

İkinci olarak maddi zararın tazmini de yaptırım sistemlerinin önemli bir parçası konumundadır. Rekabet kurallarının ihlali neticesinde zarara uğrayan taraflar, bu zararlarını tazmin etmek üzere ihlali gerçekleştiren teşebbüse karşı dava açabiliyorlar. Farklı tazmin mekanizmaları örneğin; toplu davalar ya da grup davaları ve üç katı tazminat hakkı zarara uğrayan tarafları zararlarını tazmin etmeye sevk etmek amacını gütmektedir.

Üçüncü olarak, şirket itibarının kaybı da caydırıcılığın temel öğeleri arasında yer alır. Etik kaygılar da daha çok itibarın zedelenmesi tehlikesi ile ilgilidir. Bir kez kaybettikten sonra bir şirketin tüketicileri, dağıtıcıları ve tedarikçileri nezdinde “rekabet ihlalinde bulunmuş şirket” kimliğini düzeltmesi çok zordur.

Yeri gelmişken, şirketlere ve bireylere ayrı cezalar uygulanabilmesinin arka- sındaki mantığı da ortaya koymak lazım. Hissedarların ve yöneticilerin sahip oldukları sorumlulukların farklı olması ve rekabet ihlallerinin kusur ya da kasıt ile ama her şekilde şirket yetkililerinin davranışı ile oluşması, bu ihlallerin önüne geçmek amacıyla bireysel cezaları da sisteme dahil etmiş durumda. Bu durum “asil ve vekil ikilemi” olarak da bilinir. Rekabet kurallarının ihlal edilmesinde yöneticilerin sahip oldukları söz hakkını ve kullandıkları inisiyatifleri gören rekabet otoriteleri, bireysel cezalarla yaptırımların caydırıcılığını artırmakta, kurumsal olarak da yöneticiler ile hissedarlar arasındaki ayrımı daha belirgin hale getirmekte. İhlallere ilişkin cezaların ve ayrıca sebep olunan zararlara ilişkin tazminat yaptırımlarının beraberce var olmasını da “herkes için adalet” prensibine dayandırabiliriz. İhlallere ilişkin para cezalarının amacı ihlali “cezalandırmak” iken, tazminat yaptırımının amacı ihlalden zarar görenlerin kaybını tazmin etmektir.

Çoğu rekabet otoritesi ceza miktarını saptarken, kanunda önceden belirlenmiş kriterlere dayanırlar. Tüm dünyadaki rekabet otoriteleri arasında da bu husustaki kuralların artık birbirine çok benzediği hatta yoğun bir paralellik içine girdiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Örneğin benim etik skalama göre karteller rekabet ihlallerinin en pervasız formudur ve birçok ülkenin mevzuatında yer verildiği şekli ile cironun en az %2’si oranında para cezaları ile cezalandırılır. Bunlara ek olarak ağırlaştırıcı ve hafifletici faktörler de cezanın belirlenmesinde dikkate alınmaktadır. Örneğin; soruşturmanın engellenmesi, para cezası belirle- nirken ağırlaştırıcı faktör olarak dikkate alınırken; işbirliği, hafifletici faktör olarak değerlendirilmektedir.

Son on yılda caydırma politikaları ihlallerin daha kolay ortaya çıkarılmasını sağlayacak şekilde değiştirildi ve yeniden düzenlendi. Örneğin, pişmanlık programları sayesinde; şirketlere işbirliğinde bulunarak kartelleri ortaya çıkarma karşılığında cezadan bağışık kalma imkanı tanındı. Bunun yanı sıra uzlaşma sistemleri de şirketler ve rekabet otorişteleri arasında uzun dava giderlerinin asgariye indirilmesine yarayan bir araç haline geldi.

Bu gelişmelere paralel olarak, özellikle de Avrupa Birliği’nde teknolojinin gelişmesi ile rekabet otoritelerinin delil toplamadaki imkan ve yetkileri artırıldı. Yakın zamanda yürürlüğe giren uygulama ile AB Komisyonu şirketlerin bilgisayar sunucularında bulunan bütün bilgileri depolandıkları yerden bağımsız olarak çekip alabilen ve sınıflandırabilen yazılımlar kullanmaya başladı.

Rekabet hukuku ihlallerinin bu karmaşık yapısı ve ilişkili sonuçları dikkate alındığında, rekabet uyumu için kurumsal standartları belirleme sorumluluğu yöneticilerin omuzlarına yükleniyor.

REKABET UYUM PROGRAMLARI

Mobbing, ırk ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın engellenmesi, özel bilginin korunması, kurumsal yönetim ilkeleri doğrultusundaki şeffaflık, yolsuzlukla veya rüşvetle mücadele ne kadar şirketlerin etik ve yasal sorumlulukları arasında ise rekabet kurallarına uyum da en az bu örnekler kadar şirketlerin yasal ve etik sorumlulukları arasındadır. Rekabet uyumu, vergi kanunları ya da iş kanunlarına uyum kadar önemlidir. Kanımca bu öneri yüzde yüz doğru, ancak derinlikten yoksundur. Rekabet uyumu şirketler için sadece hukuksal bir sorumluluk olarak tanımlanıyor ancak kanunlara uymak ile uyumlu olmak arasında bir fark var. Uyumlu olabilmek için, hukuki zorunluluklara uymanın ötesinde şirketlerde bir katma değer yaratılmalıdır. Gerçekten de rekabet kuralları şirketler için öncelikle bir yasal sorumluluktur. Ancak rekabet kurallarına uyumun sağlanması beraberinde şirketlere bu konuda katma değer de yaratmalıdır.

Rekabet uyum programı şirketlerin rekabet kuralları ile halihazırda var olan uyumunu devam ettirmek ya da rekabete uyumlu olmayan uygulamaları tespit edip bunlara çözüm getirmek amacıyla kullanılan bir denetim sistemidir. Yöneticiler etkili bir rekabet uyum programının uygulamaya koyulabilmesi için para, zaman, insan gücü harcamalıdır. Rekabete aykırı davranışlar, “çok zekice” alınmış bir iş kararından doğabilir ve bir elektronik postadan ya da el yazısı bir nottan bile kimi zaman kolayca ortaya çıkarılabilir. Şirket çalışanlarının davranışları her zaman yöneticiler tarafından takip edilemeyeceğinden ve hatta yöneticinin davranışları da hissedarların kontrolü altında olamayacağından her şirket için güçlü bir rekabet kültürü oluşturmak elzemdir. Dolayısıyla rekabet uyum programları tüm bu aktörler arasında bir kontrol mekanizması yaratması açısından temel bir zorunluluktur.

Keza, şirketlerin de rekabet uyum programı geliştirmelerindeki temel amacı, güçlü bir rekabet kültürünün oluşturularak uygulamadaki devamlılığının sağlanmasıdır. Dolayısıyla rekabet uyum programlarını, “periyodik temizlik”, “yapılması gereken işler” ya da “Merkez’in talebi” olarak gören şirket yöneticileri rekabet hukuku oyununu kaybetmeye mahkumdur.

REKABET UYUM PROGRAMLARINDA MİNİMUM STANDARTLAR

Rekabet uyum programlarının hazırlanması hususunda rekabet otoriteleri ve şirketler arasında süregelen bir tartışma bulunmaktadır. Son zamanlarda, rekabet otoritelerin uyum programlarına yaklaşımlarını ve kendilerine göre mükemmel bir uyum programının nasıl olacağını açıklamaktadırlar. 2012 yılında AB Komisyonu kusursuz bir rekabet uyum programının nasıl olacağına ilişkin olarak “Uyum Önemlidir” (Compliance Matters) adında bir kılavuz yayınladı(2). Ayrıca birkaç yıl önce Birleşik Krallık rekabet otoritesi de kendi versiyonunu yayınlamıştı(3) ve Fransa da kendi yakla- şımını 2012 yılının şubat ayında açıkladı(4). Türk Rekabet Kurulu Başkanı ise iş dünyasına yönelik yıllık olarak yazdığı Rekabet Mektubu’nda dikkatli bir şekilde hazırlanmış ve içselleştirilmiş bir uyum programına sahip olmanın önemine dikkat çekti(5). Peki, ama dikkatlice hazırlanmış olmaktan ne anlıyoruz?

Öncelikle, şirketler gerçekleştirdikleri ekonomik aktivitelerin rekabet haritasını ortaya koymalıdırlar. Böylece şirketler halihazırda var olan ve potansiyel rakipleri, müşterileri ve/veya tedarikçileri ile olan ilişkilerine hakim olacak stratejileri de belirlemiş olurlar. Böyle bir stratejik harita olmaksızın risk faktörlerinin sağlıklı bir şekilde belirlenmesi mümkün olmayacaktır. Bu durum, yüksek oranda regülasyona tabi piyasalarda faaliyet gösteren bir şirket ile hiç regüle edilmeyen bir sektörde faaliyet gösteren şirketin ihtiyaçları arasındaki farkları düşündüğümüzde daha da kolay açıklanabilir. Hatta çift taraflı pazarlar arasında faaliyet gösteren bir şirketi ele alalım; örneğin bir tarafta organizatörler ve etkinlik yerleri, diğer tarafta ise tüketicilerin bulunduğu pazarın ortasında faaliyet gösteren bir bilet satış şirketi. Bütün bu pazar yapıları kendilerine has rekabet hukuku riskleri taşır.

Bir sonraki adım olarak şirketlerin her bir pazar özelinde ihtiyaç duyduğu temel uyum ihtiyaçları iyi belirlenmelidir. Ardından da uyum programının hangi aşamalardan oluşması gerektiği, bu rekabet haritasına göre şirket özelinde belirlenmelidir.

Üst düzey yöneticilerin rekabet uyum programına olan bağlılığı bu husustaki en önemli ön koşullardan biridir. Ayrıca bu bağlılığın da görülebilir olması gerekir. Örneğin; üst düzey yönetici tarafından yayınlanacak bir mektup ya da mesaj üst düzey yöneticilerin rekabet uyum programına olan bağlılıklarını daha da görülebilir hale getirecektir. Böylece şirket çalışanları ihlale gidecek uygulamalara karşı hiçbir tolerans gösterilmeyeceğini bilirler. Üst düzey yöneticilerin bu bağlılığının bir diğer önemi, şirket içinde yaratacağı domino etkisidir, çünkü böyle bir programın varlığı şirketin sahip olduğu rekabet uyum politikasının en açık göstergesi olacağından, yönetimin çalışanlardan performans beklentisini de etkileyecektir. Dondurma varsayımına geri dönecek olursak; artık yönetici, satış direktöründen kartel sonucu gelir elde etmesini bekleyemeyecektir. Buna paralel olarak satış departmanı da satış hedeflerini kendileri tarafından hiçbir rekabet karşıtı davranış gerçekleştirilmeyeceğini göz önüne alarak belirleyecektir. Bu durum da şirket içinde çapraz kontrol mekanizmasının varlığını sağlayacaktır.

Eğitimler, departman workshopları, kılavuzlar ve şirket içi şikayet mercileri rekabet uyum programlarının diğer önemli öğeleridir. Tüm bu yöntemlerin beraber uygulanması sonucu tüm çalışanlar daha bilinçli hale gelecek ve hatta karar alma süreçlerinde olası riskleri tanımlayabileceklerdir. Ancak bunun gerçekleştirilebilmesi için çalışanların, yönetime de doğrudan erişimi olan uyum görevlisi ile sağlıklı bir iletişim halinde olması gereklidir.

REKABET UYUM ÇABALARININ TAKDİR EDİLMESİ

Uyum programlarının etkisini anlamak için, dondurma karteline bu sefer de başka bir açıdan bakalım. Kartelin dört üyeden oluştuğunu varsayalım. Bu şirketlerden biri gıda sektöründe faaliyet gösteren ve faaliyetlerini dondurma sektörüne genişletmek isteyen bir gıda devi tarafından satın alınsın. Takip eden aylarda, kuruluş aşamasında, yeni yönetici ekibi kartelin varlığını fark etsin ve bu yeni ekip durumun yaratacağı rekabet risklerinin bilincinde olmaları ve kurumsal uyum politikası sahibi olmaları itibarile rekabet otoritesine başvurarak durumu açık etmeye karar versinler.

Bu gayet gerçekçi bir senaryodur. Sürecin devamında uzun ve şirketler için yorucu bir soruşturma safhası gerçekleşecek ve kartelin diğer üç üyesine ağır cezalar gelebilecektir. Bu noktada, şirketin rekabet otoritesine giderek pişmanlık başvurusunda bulunması ancak etkili bir rekabet uyum programının varlığının sonucudur. Buradaki etkinlik göstergesi pişmanlığa başvurmaktır. Şirket, rekabet uyum programı olmakla birlikte gerekli mekanizmalara sahip olmadığı için hayat kurtaran pişmanlık uygulamasına başvurmayabilirdi de. Cezalardan korunmayı sağlayacak düzenlemeleri otur- tamamış olan birçok şirkette bu sürecin yönetilemediğini ve nihayetinde şirketlerin çeşitli yaptırım mekanizmalarına maruz kaldığını görüyoruz.

Alternatif senaryo olarak, devralınan dondurma şirketinin yeni yönetici kadrosunun karteli bozmadan devam etmeye karar verdiğini ve fakat satış müdürünün bu durumun getirdiği bireysel riskin farkında olduğunu; önceki işinden dolayı uyum programları hakkında bilgisi olduğundan, böyle durumlarda uyum kurallarını nasıl işletilmesi gerektiğini bildiğini ve sonuçta karteli bireysel olarak ele verdiğini varsayalım.

Benzer şekilde yeni yönetici ekibi kartel ile devam etmeye karar vermiş ve öte yandan bu sefer kartelin elebaşı; başka bir konuda rekabet soruşturmasına tabi olduğu ve bu soruşturma çerçevesinde dondurma karteline dair çok önemli kanıtlar ortaya çıkacağı için, pişmanlık uygulamasından yararlanmak amacı ile dondurma kartelini rekabet otoritesi nezdinde ele vermeye gidebilir. Yani, şirket rekabet otoritesi ile işbirliği içinde olduğunu göstermek için, cezada indirim karşılığında dondurma pazarında kendisini ele verecektir.

Diğer bir senaryoda ise satıştan sorumlu müdür yardımcısı gizli kartel anlaşmasında yer almayı reddettiği için işine son verilmiştir. Bu duruma çok sinirlenen ve kendini ihanete uğramış hisseden eski satış müdür yardımcısı rekabet otoritesine büyük bir kartel soruşturmasını başlatacak çok önemli kanıtları yollayabilir. Yukarıda bahsedilen olayların hepsi etkili bir rekabet uyum programına sahip olan şirketlerin ağır cezalar almaktan kurtulabileceğini göstermektedir. Ancak yukarıdaki senaryoların hepsi ortada bir kartel olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur. Ama uyum programlarının esas amacı, kartel kurma girişimlerinin dahi olmadığı bir ortam yaratmaktır. İyi bir uyum programı, sorunlu hususları hukuki bir sorun haline gelmeden tanımlamalı ve çözüm yaratmalıdır.

Kurumsal kuralların emrettiği üzere, çalışanlarının her altı ayda bir rekabet hukuku eğitimlerine katıldığını görerek tehlikeli bir kendine güven sahibi olmak, yöneticiler arasında çok sık rastlanılan bir sendromdur. Rekabet hukuku eğitimleri uyum programları olarak görülmemelidir. Rekabet hukuku gerekliliklerini ezberlemek ve kuralların arkasındaki mantığı çözmekki aslında pek de zor bir şey değil şirketlere riskten uzak, güvenli bir liman sunmamaktadır.

Rekabet ihlali riski taşıyan bazı iş yapma şekilleri, bazen yalnızca kurumsal kültür bu yönde alıştığı için, işin doğru yapılma metodu olarak kabul edilmektedir. Hatta bazen şirketin, davranışının hukuka aykırı olduğunu, şirkete karşı kanuni yollara başvurulduğunda fark ettiği haller de olabilir. Ancak gerçekleştirilmesi için kanuna aykırı olduğunun bilinmesi gereken diğer davranışlar için hiçbir bahane sunulamaz. İşte bu nokta tam olarak rekabet hukuku ve etiğin kesiştiği yerdir. Rekabet ihlalinin rekabet uyum programının varlığı halinde gerçekleştiği durumlarda, ihlalin yöneticinin bireysel girişimi mi yoksa kurumsal bir hata sonucu mu gerçekleştirildiğini belirlemek şirketlerin etik ve uyum politikalarına bağlıdır.

Son zamanlarda şirketler uyum programlarını uygulamak için sarf ettiklerin eforun karşılığını almak için daha talepkar hale geliyorlar. İş çevreleri, rekabet uyum programlarının ceza indirimi elde etmek için bir araç olarak kullanılıp kullanılamayacağını tartışıyor. Rekabet kurumları ise şirketlerin salt rekabet uyum programına sahip olmalarının cezada hafifletici unsur olarak kabul edilmesine pek de sıcak bakmıyorlar. Ancak bu yaklaşım rekabet otoritelerinin ceza verme aşamasında şirketlerin rekabet uyum programları konusunda gösterdikleri bağlılık arasındaki derece farkını göz ardı etmeyeceği anlamına da gelmiyor.

SONUÇ VE ADİL DENGE

Ben açıkçası rekabet otoritelerinin günümüzde kartel vakalarında cezai sorumluluğun yöneticiler ve şirketler arasında dengeli olarak dağıtılması gerekliliği hakkında daha bilinçli hale geldiklerini gözlemlemekteyim. Fakat rekabet otoritelerinden, sahip olunan rekabet uyum programının ne derece etkili olduğunu değerlendirmesi elbette beklenemez. Rekabet otoritesi sadece objektif verileri esas alacak ve şirketin rekabet uyum programını ne kadar etkili bir şekilde uygulayıp uygulamadığını değerlendirmek hiç de zor olmayacaktır. Etkili bir rekabet uyum politikası hissedarların beklentileri ile yöneticilerin görevleri arasında kurulacak adil denge hususunda kilit noktadır.

 

Kaynakça:

(1) http://www.antitrustinstitute.org/~antitrust/ content/aai-working-paper-no-09-06-cartels- and-antitrust-portrayed-private-international- cartels-199

(2) http://bookshop.europa.eu/uri?target=EUB:NO TICE:KD3211985:EN(3) http://www.oft.gov.uk//OFTwork/competition- act-and-cartels/competition-law-compliance/#. UmF7kZRNsSg

(4) http://www.autoritedelaconcurrence.fr/user/ standard.php?id_rub=260&id_article=1793(5) http://www.rekabet.gov.tr/File/?path=ROOT%2f Documents%2fGenel+%c4%b0%c3%a7erik%2fu yumprogram%c4%b1.pdf

Rekabet Hukuku Bağlamında Etik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir