TICE – Turkish Integrity Center of Excellence

Türkiye’nin “Şeffaflık sınavı”: B-20
Her birimizin toplum içinde farklı şapkaları var; kimimiz yatırımcı, iş adamı, sivil toplum veya meslek kuruluşu üyesi, kimimiz akademisyen…

Her birimizin toplum içinde farklı şapkaları var; kimimiz yatırımcı, iş adamı, sivil toplum veya meslek kuruluşu üyesi, kimimiz akademisyen mavi-beyaz-altın yakalı çalışan, ziraatçı, sanatçı ya da sadece sokakta yürüyen sade vatandaş. Veya bunların bir kaçına birden sahip bir toplum bireyi.
Hangi kimliğimizle ilgili olursa olsun ortak yaşamın harcı ve öncelikli beklenti “adalet ve hakkaniyet” duygusunun hâkim olduğu bir topluma ait olabilmenin duygusu ile güne başlayabilmektir.
Ancak, 20. Yüzyıl “adalet, hakkaniyet” erozyonunun en yoğun yaşandığı bir dönem olarak tarihe geçti. Belki bir çok uygulama buna neden oldu ama hiç biri “yolsuzluk, dolandırıcılık, sahtecilik, rüşvet ve suiistimal” gibi konuların önüne geçemedi. Bunlar, sanki geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran serbest piyasa ekonomisinin kuralları gibi algılandı! Rakipleri yok etmek için yeri geldiğinde başvurulacak silahlar arasında gösterildi. Hatta yapanların ödüllendirildiğine bile tanık olundu.
Ve geldiğimiz noktada; bugün, önümüzü göremiyoruz. Nereye gittiğimizi hatta gideceğimizi bile bilemiyoruz!
Gezegenimizin kutupları; sosyal, ekonomik ve çevresel kaosa teslim olmuşlardır.
Başta salgın hastalıklar olmak üzere, yoksulluk, kitlesel göçler, yok olan tarım alanları ve bunun sonucu kapımızdaki gıda krizleri, içilebilir su kaynaklarının tükenişi, denizlerin-göllerin ve akarsuların kimyasal atıklar nedeniyle canlıların yok olduğu mezbahaya dönüşmüş olması…
Silahlanmanın artık ülkeler boyutunda değil, kabileler düzeyinde geçerli hale gelmesi…
İnsanı insan yapan temel değerlerin yerini; para, yok etme, sahip olma, açgözlülük/doymazlık duygularının almış olması…
Ve yine dini motiflere dayalı olan ve olmayan terör olgusunun “adalet ve hakkaniyet” arayışı iddiasıyla küresel ölçekte yanı başımızda duruyor olmasının tek nedeni; adaletsiz kalkınma ve büyüme açgözlülüğü ile donanmış para kazanma zihniyetinin faturasını ödemek durumunda kalmamız olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçtiğimiz yüzyıldan bize kalan bu dur!
Adaletsiz kalkınmanın ve büyümenin ana girdisini de rüşvet-yolsuzluk ve suiistimal gibi “adalet ve hakkaniyet” kavramını bir “kımıl zararlısı” gibi kemiren uygulamalar oluşturmaktadır.
Ve işte tam bu karmaşanın hüküm sürdüğü bir ortamda B-20 Türkiye’de toplanıyor. Bu toplantının saymış olduğumuz hususlarla ilgili üç temel ilişkisi var.
Öncelikle OECD tespitlerine göre eğer rüşvet, suiistimal bir endüstri dalı olsaydı bu dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olacaktı. Çünkü bu rakam küresel ölçekte %5 GDP ediyor. Birinci sırada savunma –yani silah-, ikinci sırada petrol, doğal gaz kaynaklarının da aralarında bulunduğu enerji sektörünün temsil ettiğini dikkate alırsak –tespit edilebilen kısmı- 3 trilyon dolarlık rüşvet ve yolsuzluk olan kaynağın bir ve iki numaradaki endüstrilerle olan ilişkisi galiba kendiliğinden ortaya çıkıyor!
Bu büyük endüstrilerdeki ilişki bicini şüphesiz diğer endüstri dalları örnek aldı ve büyümenin bayrağı yaptılar! Rüşvet-yolsuzluk ve suiistimal küresel anlamda “geçer akçe” oldu. Yoldan çıkarak “iş yapmak” daha doğrusu “iş bitirmek” bir başka açıdan “rekabet” oldu! Ve işin en korkutucu yanı; küresel rekabette her şeye ayar veren dünyanın önde gelen şirketlerinin bu işlerin içinde adlarının anılır olması… Yani “örnek” gösterilir olmaları.” O yapıyor ben neden yapmayayım” vurgusu belki üniversitelerde ders olarak okutulmadı ama toplantı masalarının gündemi buydu.
“Kısa günün kârını elde etmek için” yan yollara sapan bu şirketler ve kişiler sadece kendilerine zarar vermediler; toplumun iş dünyasına olan güvenini yok ettiler. Yani, kurunun yanında “yaş” da yandı. İşini düzgün yapan, rüşvet, yolsuzluk gibi toplumun gözünde “ayıplı mal” olan konularla ilişkisi olmayan şirketlerin de toplumla olan güven bağları zedelendi.
İşin enteresan tarafı; iş dünyası en azından toplumu ve yatırımcıları böyle dalavereli işlerden korumak adına bir dizi sistemler geliştirdi. Bağımsız denetimler, iç denetimler, iç kontroller, uyum kuralları gibi başlıklarla günümüze gelen bu uygulamalar da çare olmadı “hokkabazlıklara”! Dahası, bu denetim kurallarına harfiyen uyan, raporlama yapan şirketler bu “ahlâki erozyonun” başını çektiler. Bir kısmı 2008’de tarih sahnesine gömüldü ama tamamının yok olduğunu kimse düşünmesin… “Aramızdalar”!
İkinci önemli husus ise bizzat B-20’nin içinden geliyor; Seul’daki B-20 toplantısının en önemli çıktısı, katılımcıların şu yaklaşımda hem fikir olmalarıydı; rüşvet, yolsuzluk, suiistimal, sahtecilik gibi konularda yaşanabilecek bir başarısızlık G-20 ‘nin tüm gündemini olumsuz etkileyecektir.
G-20 gündemini desteklemek amacıyla iş dünyası tarafında oluşturulan B-20’nin öncelikleri arasında; finansal büyüme, insan sermayesi, alt yapı yatırımları, ticaret ve rüşvet-yolsuzlukla mücadele yer alıyor. Avustralya Brisbane toplantısının bitiminde şeffaflık ve rüşvet-yolsuzlukla mücadele diğer dört ana konu başlığının performansını birinci derecede etkileyecek öncelikli alan olarak belirlendi.
Yani, G-20 istediği kadar kendi özel gündemi ile toplansın, kararlar alsın ve bu kararların altına imzalar atılsın; rüşvet, yolsuzluk gibi konularda bir ilerleme sağlanamadığı sürece küresel ölçekte çözüm bekleyen ekonomik, sosyal ve çevresel sorunların çözümü sürekli “bir başka bahara” kalacak gibi!
Üçüncü ve bizi ilgilendiren konu ise; Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2014 sıralamasında 175 ülke arasında 64. Sırada bulunan Türkiye’nin bu konuda siciline yazdırdığı pazar payı belli ki hesap verilebilirliği sevmediğimizin bir başka göstergesi. Ve bu da “adalet ve hakkaniyet arayışı” ile ilgili temel beklentide gelişmiş ülkeler karşısında bizi ofsaytta bırakan bir başlık.
Portekiz eski Başbakanı Jose Socrates’in yolsuzluk ve vergi usulsüzlüğü yaptığı gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulması, arkasından tutuklanması ve hakkında soruşturmalar açılması…
İspanya Kralı Altıncı Felipe’nin kız kardeşi Prenses Cristina’nın, kocasının iş bağlantıları aracılığıyla “vergi kaçırdığı ve kamu fonlarını amacının dışında kullandığı” iddiasıyla yargılanacak olması…
İsveç’te bir kadın bakanın Toblerone çikolata almak için devlet kasasından 60 TL kullandığı için görevini bırakması…

Uruguay’da Ekonomi Bakanı Fernado Lorenz’nun adının rüşvet iddialarına karışmasını içine sindiremeyerek istifa etmiş olması ve istifa kararını mahkemenin önüne bakan olarak değil sıradan bir vatandaş gibi çıkmak için aldığını söylemiş olması… Veya aynı ülkenin devlet başkanı Jose Mujika’nın aylık 12 bin dolarlık maaşını hayır kurumlarına bağışlaması ve devletin tahsis ettiği son model bir Mercedese binmek yerine kendi külüstür tosbağasını kullanmakta ısrarcı olması…

İngiltere’de eski Avrupa Bakanı Denis MacShane’ın, yaklaşık 12 bin 900 sterlin (yaklaşık 44 bin lira) değerinde sahte faturayla masraf gösterdiğini itiraf etmesinin ardından 6 ay hapis cezasına mahkûm olması…

gibi örneklerin arasında ülkemizde 17 ve 25 Aralık 2013 tarihleriyle birlikte kamuoyunun gündemine gelen yolsuzluk-rüşvet iddialarının nasıl bir yasal süreç izlemekte olduğu şüphesiz B-20’nin masa üstü olmasa bile masa altındaki gündemini oluşturacaktır!

İlk çağlardan bu yana “adalet” filozofların temel sorgusu olmuştur. Üzerinde yaşadığımız topraklara da etkisi olan eski Yunan’da filozof Socrates hem siyasetçilere hem de topluma bunu anahtar sözcük olarak vermiştir; “Adalet ve ahlâk en üstün değerlerdir. Tanrı kavramında da bu iki değer bulunur. Hukuk ve siyasette ahlâk ve adaleti kurmak ilk hedeftir.”
“Benim memurum işini bilir” anlayışından bu yana geldiğimiz noktada B-20 üyesi ülkelerin temsilcileri aslında “ Türkiye’nin gündemi” ile buluşacaklar!
Çağdaş demokrasilerin omurgası olarak tanımlanan insan hakları ve ifade özgürlüğü bu toplantıya da damgasını vuracak! Küresel ölçekte; ekonomik büyümenin, toplumsal refahın ve yok ettiğimiz doğayı yeniden onarmanın anahtarı olarak tanımlanan rüşvet ve yolsuzlukla mücadele B-20’de tartışılırken arka planda; Gezi’nin gaza boğulması, Çarşı’nın bir terör örgütü olarak yargılanması, Soma’da yaşamını yitiren 301 madenci ile birlikte Ermenek’te su altı sularına terk edilen 18 madenci, Yırcalı’da acımasızca katledilen 6 bin zeytin ağacı sorgulanmayacak mı? Kamu ihale kanununun 164 kez (şimdilik!) değişmiş olması, ifade özgürlüğünün simgesi olan internet ortamını kişiler bazında kontrol altına alma girişimleri bu toplantıya ülkemizi temsilen katılacak olanların karşısına soru olarak çıkmayacak mı?
Biraz geriye gidecek olursak;
1999’da Seattle’da birbirini tanımayan, daha önce hiçbir araya gelmemiş onbinlerce insan sokaklara döküldü… Çünkü on yıllardır Dünya Ticaret Örgütü az gelişmiş ülkeler karşısındaki adaletsiz ve hakkaniyetsiz uygulamalarını Seattle’da görüşüyorlardı.
Bugün her bir dakikada bir çocuk/bebek ölümüne tanık oluyorsak; iki milyara yakın insanın içilebilir nitelikte suya erişimi yoksa, yoksulluk nedeniyle onbinler evini, yurdunu ailesini terk edip göç etmek zorunda kalıyorlarsa 1999 yılında Seaatle’da sokaklara dökülen her yaştan ve milliyetten insanın neler söylediklerine göz atmak gerek.
Ve sonraki yıllarda; G-8 toplantıları, IMF toplantıları ya da adı ne olursa olsun dünya liderlerinin toplantılarında sokaklar bu nedenle karıştı. Çünkü liderler adalet ve hakkaniyet arayışlarına cevap verebilecek bir gündemi hep sümen altı ettiler.
2008 küresel finas krizi ile sokakların ne denli haklı olduğu ortaya çıktı. Ama hala bir şey değişmedi! Tek gündem “ne pahasına olursa olsun büyümek” olarak kaldı!
Aslında, hepimiz yeni bir yüzyılın ilk çeyreğine yaklaşırken adaletsiz kalkınmanın ve büyümenin baş sorumlusu olarak görüyoruz rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık süreçlerini.
Ve işte bu Türkiye’nin çağdaş dünyaya ait olduğunu belgeleyebilecek ve hakkındaki tüm önyargıları yıkabilecek en önemli fırsat. Bugün ile B-20 toplantısı arasındaki zaman dilimi içinde hukuk düzeni içinde atılacak somut adımlar ve bunların takip edildiği süreçler ile tüm zamanların “en iyi uygulamalarını” örnek olarak ortaya koyabileceği bir şans… Sanki gümüş bir tepsi içinde sunulmuş B-20 toplantısının ev sahipliğini taçlandıracak, arayıp da bulamadığımız bir gündem!
Gerçekleri saklamadan…
Olan biteni halının altına süpürmeden…
Evrensel hukukun temel dayanaklarını süreç haritası ile zenginleştirerek…
Rüşvet ve yolsuzlukla mücadelenin ekonomik, sosyal ve çevresel büyümenin temel göstergesi haline dönüştürmenin ana performans göstergesi olarak katılımcıların önüne konulabilmesinin arkasında kim durmaz ki?
Bir bayram temizliği havasında tüm kurumların rüşvet ve yolsuzluk karşısında “dik duruşları” bile sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın önünü görmesini sağlayabilecek iyi bir başlangıç noktasıdır.

Salim Kadıbeşegil

Türkiye’nin “Şeffaflık sınavı”: B-20

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir